Günümüzde göç, milyonlarca insanın hayatında derin etkiler bırakan çok katmanlı bir deneyimdir. Kimi zaman daha iyi bir yaşam umuduyla, kimi zaman savaş, şiddet ya da doğal afet gibi zorlayıcı nedenlerle gerçekleşir. Her ne sebeple olursa olsun, göç sadece fiziksel bir yer değişikliği değil; kimliğin, aidiyetin ve ruhsal bütünlüğün yeniden şekillendiği bir süreçtir.
Göçün Psikolojisi
Göç, toplumun sosyal, psikolojik, siyasal ve kültürel dinamikleriyle ilişkili bir kavramdır. İnsanların kendi gerekçelerine bağlı olarak yaşadıkları yerden başka bir yere yerleşme anlamına gelmektedir. Göç, travmatik bir yaşam deneyimi olmakla birlikte beraberinde hüznü, yası, kayıpları, melankoliyi içinde barındırır. Bugün, göç sayısındaki artışla birlikte ‘göç psikolojisi’ teorik ve klinik çalışmalarda çokça kullanılmaya başlanmıştır. Göçmen, en temel haliyle, göç etme kararını veren ve bu eylemi gerçekleştirmek suretiyle yer/mekân değiştiren kişi olarak tanımlanmaktadır. Göçmenlerin olumsuz yaşam şartları sebebiyle modern şehirlere giden göçmenlerin hayatları iyileşmesine rağmen travma ile ilişkili belirtilerin arttığı görülmüştür. Göçmenlerin göç sırasında yaşadığı bazı olumsuz durumlar; aile üyelerinden ayrılma, işsizlik, sosyalliğin azalması, yalnız hissetme, kültürün kaybedilmesi gibi, bireyler tarafından travmatik bir yaşantı olarak algılanmaktadır ve ruhsal açıdan olumsuz etkilenebilmektedir.
Göçün iki türü vardır:
İç Göç: Gidilen yer ve mesafe açısından “iç göç”, kişi ve toplulukların belli sebeplerle ülke sınırları içerisinde bir yıldan fazla olmak şartıyla yer değiştirmesi olarak tanımlanmaktadır. İç göçün temel sebepleri arasında eğitim, çalışma yeri değişikliği, emeklilik ve boşanma gelmektedir.
Dış Göç: Bireyler ya da bazı grupların geçici ya da sürekli olmak kaydıyla kendi vatanlarından ayrılarak başka bir ülkeye yerleşmeleri olarak ifade edilmektedir. Yeni bir iş fırsatı yaratma ve daha fazla kazanç elde etmeye yönelik gerçekleştirilen dış göçün temel sebebini büyük oranda ekonomik gerekçeler oluşturmaktadır.
Göçün Sosyolojik ve Psikolojik Etkileri
Göçmen genel olarak geçmişte bıraktığı şeylerin yokluğunu hissetmeye başlar. Bilinçsiz olarak, kişileri, doğayı, burada olamayan ve orada olan her şeyi özler. Bütün bunlar göçmen kişinin bir yere ait hissetme duygusunu elinden almaktadır. Bu da yaşadığı toplum içinde güvensizliğe sebep olur. Önceki yaşadığı yer ile şimdiki yer arasında kıyaslama yapmaya başlar ve bu da iç dünyasında çelişkilere sebep olur. Ayrıca dilin değişmesi kişide aşağılık psikolojisine girmesine sebep olabilmektedir. Eğer kişi yakınında konuşabileceği birini bulamazsa dışlanmış hisseder ve yoksullukla boğuşmaya başlar. Tüm bu olumsuz duygular kişiler üzerinde kaygıya sebep olarak aşırı stresli bir hale gelir ve bu stresle baş edemezler. Stresin yarattığı sağlık üzerindeki olumsuz etki ile birlikte de bazı sağlık problemleriyle karşılaşabilmektedirler. Hepimiz doğduğumuz ve büyüdüğümüz toprakları öğreniriz ve oraya ait hissederiz. Hayatımızdaki herhangi bir değişiklik örneğin evlilik bile kişiyi zorlarken; doğup büyüdüğü yeri bırakmak ve farklı bir yere uyum sağlamak çok zor gelir. Başka bir ülkede yaşamak, orada iş bulmak, dile hakim olmak gibi süreçler kişi için kolay değildir ve bu süreçte çok fazla zorluklarla karşılaşabilirler. Bu zorluklar da kişide bazı olumsuz inançlar geliştirmesine sebep olur. Kişi kontrolü kaybettiğine inanabilir; bunun da en büyük faktörü ‘bilinmezlik’tir. Geleceğin belirsizliği ile kişi kendisini ülkeye yabancı hissedebilir ve git gide yalnızlaşır.
Göçmenlik Sürecinin Ruh Sağlığına Etkileri
Göçün ruh sağlığına etkilerini incelerken göçmenlik sürecini; göç öncesi, göç esnası ve göç sonrası olmak üzere üç evreye ayırmıştır:
Göç Öncesi: Göç öncesi dönem, bireyin göç kararı alma sürecini ve bu karara neden olan koşulları kapsar. Göçe sebep olan faktörlerde, isteyerek mi yoksa zorunlu olarak mı yapıldığı travmatik etki oluşturup oluşturmaması açısından önemli bir faktördür. Verilen kararda geride bırakılacak aile, sosyal çevre, kültürel aidiyet ve tanıdık yaşam düzeni gibi unsurlar, kaygı, suçluluk duygusu ve kararsızlık yaratabilir.
Göç Süreci: Göçün gerçekleştiği dönem, bireyin en kırılgan olduğu süreçlerden biridir. Göçün ne şekilde gerçekleştiğine bağlı olarak bazen kişiler göç esnasında travmatik olaylar yaşayabilmekte ya da travmatik olaylara tanık olabilmektedir. Bazen kişiler vatanından ayrılırken mesleki kimlik, eş kimliği, ebeveyn kimliği gibi kimliklerini de bırakmak zorunda kalmaktadırlar. Örneğin, kendi ülkesinde öğretmen olan bir birey, yeni toplumda işsiz kalabilir ya da vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalabilir. Bu durum da kişilerin yeni yerleşilen yere uyum sağlamalarını zorlaştırmaktadır. Göç süreci yalnızca bir "ayrılma" deneyimi değil, aynı zamanda bireyin kökeniyle kurduğu bağı sorguladığı, güvenlik ihtiyacının en yüksek olduğu, fakat çoğu zaman bu ihtiyacın en az karşılandığı dönemdir.
Göç Sonrası: Göç sonrası dönem, kişinin yeni yaşam alanına yerleştiği ve yaşamını yeniden inşa etmeye başladığı evredir. Ancak bu yeniden inşa süreci, her zaman iyileştirici olmayabilir; çünkü göçmen birey bu dönemde çok sayıda ruhsal ve çevresel stres faktörüyle karşı karşıya kalır. Göçmenin yaşaması için gösterilen bölgenin güvenliği, kişiye sunulan iş imkanları, gerekli olduğunda devletin sağlık vb. olanaklarından yararlanabiliyor olması ya da büyüdüğü yere duyulan özlem, yeni kültüre alışma gibi faktörler ruh sağlığını etkileyen durumlardır.
Psikoterapinin Rolü: Ruhsal İyileşmeye Açılan Kapı
Göç sürecinde ortaya çıkan psikolojik yük; kaygı, depresyon, yalnızlık, dışlanmışlık ve travma gibi belirtilerle kendini gösterebilir. İşte bu noktada psikoterapi, göçmen bireylerin yaşadıkları duygusal ve ruhsal zorlukları anlamlandırmaları, dönüştürmeleri ve başa çıkabilmeleri için önemli bir destek alanı sunar.
Göçmenlerle yürütülen terapilerde en sık karşılaşılan temalardan biri kayıp ve yas sürecidir. Göç eden kişi sadece fiziksel olarak bir yerden başka bir yere gitmez; aynı zamanda ardında ilişkilerini, rollerini, aidiyet duygusunu, bazen de güvenliğini bırakır. Terapide bu kayıpların konuşulması, tanınması ve yasının tutulması, kişinin yeni bir kimlik inşa edebilmesinin ilk adımıdır. Ayrıca, psikoterapi ile birlikte güvenli bağlanma ihtiyacı ortaya çıkar; yerleştikleri ülkede destekleyici ve güvene dayalı bir çevre yaratmak önemlidir. Ayrıca bu çevre ile birlikte iletişimi artacak ve özgüvensizlik ile birlikte yalnızlık duygusu azalacaktır. Aynı zamanda, yaşadıkları yerin kültürünü keşfetmek, dilini öğrenmek, yemeklerini keşfetmek de baş etme noktasında destekleyici faktörlerdir.